1 Eylül 2011 Perşembe

sivrisineğe mektup.

bre hayvan,

damarlarımda dolaşan asil kanın litrelercesi sana feda olsun. ona hiç lafım yok. istediğin gibi takıl. 10 ml bacaktan, 20 ml koldan, 5 ml yanaktan alıp kokteyl yap. arkadaşlarını topla, eğlence düzenle. ihtiyacından fazlasını al, fakir fukaraya dağıt. efkarlandığında rakına meze yap. istediğini yap. en nihayetinde onun kökü bende (bkz. ilik), hiçbir sorun olmaz.

buna karşılık senden ricam; zaten üç kuruşluk uykum var, lütfen ona da elleşme. lütfen kulağıma kulağıma uçup beni deliye dönderme. lütfen karanlıkta alayına uçup, ışığı açınca gizlenme ustasına dönüşme.

ben sana  ibnelik yapma demiyorum, hobi olarak yine yap ama bana yapma diyorum. efendi gibi gel, alacağın kadarını al ve sessizce git diyorum. saygı göster, saygı gör diyorum.

seni ikinci kez adamdan sayıp muhattap aldığım için söylediklerime kulak vereceğini ve bu konularda daha dikkatli olacağını umuyorum.

yakında veya herhangi bir zaman diliminde görüşmemek ümidiyle.

sevgilerimle,

memre'n.


7 Temmuz 2011 Perşembe

oscar.

geçen 23 nisan'da çok güzel bir organizasyonda yer aldım. ülkemizde kutlanan çocuk bayramı kapsamında, dünyanın dört bir tarafından gelen yabancı uyruklu öğrencilerin de katılımıyla gerçekleşen  bir organizasyon. buradaki görevim misafir öğrencilerden bir tanesinin sorumlusu olmaktı. yani etkinlik süresince kendisine göz kulak olacak, bi ihtiyacı olduğunda yardım edecektim.

benim sorumlu olduğum öğrenci 8-9 yaşlarında, taaaa nijerya'lardan kalkıp buralara gelmiş, Oscar adında, şirin mi şirin bir çocuktu. kıvır kıvır saçları, petrol siyahı gözleri, parlak gülümsemesiyle avrupa ülkelerinden gelen diğer çocukların arasında kolaylıkla fark ediliyordu. 

genel sorumlumuzdan talimatları aldıktan sonra Oscar ile tanışmak ve kaynaşmak üzere çocukların bulunduğu salona geçtim. ben yanlarına gittiğimde onlar resim yapıyorlardı. Oscar'ın olduğu masaya oturdum. bana az çok ingilizce bildiğini söylediler. kendisiyle muhabbet kurmak için birkaç denemede bulundum ancak pek başarılı olamadım. bu sırada Oscar'ın futbol oynayan çocukları resmettiğini fark ettim. bunu iletişim kurmak için bir fırsat bilerek türkiye'de futbol oynamış önemli nijerya'lı futbolcular olan uche ve okocha'nın isimlerini teleafuz ettim. ancak yine beklediğim tepkiyi alamadım. küçük olan yaşı nedeniyle o isimlere yetişemediğini düşünerek şansımı bu kez de daha yeni oyuncular olan emenike ve yobo ile denedim. ve bu kez işe yaradı! Oscar, o çakmak çakmak gözlerini resim kağıdından ayırarak bana baktı ve kendi dilinde bi'şeler söyledi. muhtemelen söylediği şeyler, ''sen şunu en baştan diyeydin'' gibi bir anlama karşılık geliyordu. çünkü o dakikadan itibaren bir abi-kardeş ilişkisine terfi ettik. 

bi süre daha birlikte resim çizdikten sonra kalemler bırakıldı ve toplu oyunlara geçildi. futbolu çok sevdiğini zaten belli eden küçük Oscar, bir futbol topu kaparak yanıma geldi. ben de onu kırmayarak başımla onay verdim ve top oynamaya başladık. bir müddet de topun peşinde koşturduktan sonra oyun saatinin de sonuna geldik. 

günün geri kalanını da çeşitli çalışmalar, oyunlar ve aktivitelerle geçirdikten sonra Oscar ile veda zamanı geldi. 5-10 dk'lık mıncırma, cimdirme, sıkma, boğma, hırpalama gibi çocuk sevme hareketlerini de Oscar'a tatbik ettikten sonra kendisini öperek yanından ayrıldım. 

Oscar'ın yanından ayrıldıktan sonra ekip arkadaşlarımla vedalaşmak üzere yanlarına gittim. genel olarak günün değerlendirmesini yaptığımız esnada biri beni kolumdan çekiştirdi. bu Oscar idi. bana bir kağıt uzattı. kağıtta bir resim vardı. ben arkadaşlarımla konuşurken oracıkta çiziverdiği bir resim. annesinin ve babasının da yer aldığı, beni çok duygulandıran, ''anlamlı'' bir resim..






nothttp://dik4genc.blogspot.com/ adresli, 4 üyesinden biri olduğum blogumdan alıntıdır. bu paylaşım; hem reklam olsun, hem mekan sahipsiz gözükmesin gibi amaçlar güdülerek yapılmış bir ''reblog'' hareketidir.

not içinde not: ''reblog'' terimi de tumblr'ımın reklamı için tercih edilmiştir.

18 Haziran 2011 Cumartesi

la'nooooğlum!

benim zamanımda - ki 4 yıl önce öss'ye girdiğimi, ondan 2-3 yıl öncesinden de öss esprilerini yapmaya başladığımı varsayarsak bi 6 yıl öncesine tekabül eder - öss'ye girecek olan arkadaşlarımızı korkutmak için ''la'nooooğlum!! bu sene öss'yi tubitak hazırlıyomuş!!'' klişesini savurur, gevrek gevrek gülerdik.

bu saçma söyleme inanıp korkan olur muydu bilmem ama eminim ki bundan sonra ''la'nooooğlum!! bu sene öss'yi ösym hazırlıyomuş!!'' dendiğinde şaka maka milletin yüreğine inecek..

11 Haziran 2011 Cumartesi

one missed call.

efendim, bugün öğle saatlerinde ders çalışırkene evin telefonu çaldı. normalde ders çalıştığım dönemlerde çalan ev telefonunu muhattap almam, evin diğer bireylerini bu konuda yetkili ilan eder, telefon banaysa bile onların yönlendirmesini beklerim. ancak bu kez evde benden başkası olmadığı için telefona mecburen ben cevap verdim.

- alo.
- hayırlı günler sevgili kardeşim. ben ''bilmem ne partisi'' genel başkanı ''bilmem kim''...

böyle bi giriş olunca ben heyecanlandım tabii. geniş geniş oturduğum koltuğumda bi doğruldum, tşörtümün yakasını düzelttim falan. dedim, ''başkan'ım buyurun.''

''daha güzel bir Türkiye için, şunun için, bunun için, seni 12 haziran'da sandığa; 'bilmem ne partisi'ne oy vermeye bekliyorum.'' gibisinden bi cümle kurdu.

''yani başkan'ım, haklısınız ama şimdi ben üniversite son sınıftayım, pazartesi finallerim başlıyo, bi sıkıntı yaşamamak için ders çalışmam lazım, o yüzden sandığa gidip gitmeyeceğimden emin değilim. siz de hak verirsiniz, bunlar kritik zamanlar...'' diyecektim ki, çat! telefon kapandı.

meğersem bant kaydıymış..

dedim, ''bravo, daha oy isterken dinlemiyosunuz, oyu aldıktan sonra kim bilir n'apacaksınız.''

ama tabii diğer söylediklerim gibi bunu da duyuramadım..

24 Mayıs 2011 Salı

önüm, arkam, sağım, solum

hayat bence bizi sobelemeye çalışan bi'sürü ebesiyle, bizi o ebelere ispiyonlamaya çalışan bi'sürü 'sobelenmiş'iyle oldukça zor bir saklambaç oyununa benziyor.

bizimle bir olup 'çanak çömlek patlatacak' dostlarımız da yok değil tabi ama ortak 'düşman' karşısında sayıca hep az kalıyoruz.

ve bu yüzden bu zor oyunu kazanmanın yolu belki de 'saklanmak'tan değil; kimseye aldırmadan, kendimize inanarak kale'ye doğru son sürat koşmaktan geçiyor olabilir.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

the oc*

canlısıyla cansızıyla tüm varlıklar, şu dünyaya belirli bir amaçla gelmişlerse eğer, sivrisinekler kesinlikle işin ibneliğine gelmişler. hani tabi insanın da ibnesi var, köpeğin de ibnesi var - bence bazı köpekler sırf ibneliğine havlıyolar - ama sivrisinekler kadar değil. onlarınki münferit. türün içinde huyu bozuk olanlar var sadece. sivrisinekler başka. onların olayı bu..


sıtmadan, hastalıktan falan bahsetmiyorum. onlar da büyük sıkıntı ama ona yapacak bi'şey yok bence. nasip kısmet o iş. ben huzur kaçırmaktan bahsediyorum. ve de bunun kesinlikle kasıtlı yapılan bir eylem olduğunu düşünüyorum. mesela yatmış uyuyorum kendi halimde. genelde kendi halimde uyurum zaten. geliyo bunların bir tanesi. belki de çete olarak geziyolardır bilemiyorum. yapışıyo bacağıma, emiyo kanımı. buraya kadar eyvallah, başım üstüne. doğanın kanunu sonuçta. ama yok. bi de kulağıma kulağıma uçuyo. kanımdan, canımdan aldığı gibi uykumdan da alıyo. uyanıyorum, kalkıyorum, açıyorum ışığı, açıkta duran bir gazete ilavesini ölümcül bir silaha dönüştürüyorum, yeminliyim canını almaya ama ara ki bulasın. neyse diyorum, yatıyorum tekrar. çok geçmeden yine o kabus ses: zzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz. bu ibnelik değildir de nedir? bunu insan insana yapmaz ama bu hayvan yapıyor işte.


yine hayvanlar alemi çerçevesinde bir kıyas yapmak gerekirse, yarasaları ele alalım. onlar da kan emici gençler. ama onlar temiz çocuklar. hani geceleri yazlıkta, balkonda otururken uçan yarasaları görüyorum. ama şu ana kadar bir tanesi bile gelip de uykumu bölmedi, gecenin bi saati üzerime çöreklenmedi. çünkü onlarda insana saygı var, fiziken büyük olana hürmet var. kan emmekle falan alakası yok yani, tamamen sivrisineklerin kendi ibneliğinden.


şimdi bu örneği verdikten sonra düşünüyorum da, acaba bunu yine biz mi yarattık? hani batman olsun, dracula olsun, vampirler olsun yarasa kökenli, kahraman da kabus da yaratmış durumdayız. inceden bir korkuyla da beraber, bizim de onlara karşı saygı duyduğumuz aşikar. yine kargalarla, martılarla, çekirgelerle, timsahlarla, ayılarla benzer ilişkilerimiz var. ancak sivrisineklerin hak ettiği değeri vermiyor olabilir miyiz? bu ibneliğin sebebi dikkat çekme, ilgi bekleme olabilir mi? bence bi oturup düşünmek, belki de benim yaptığım gibi sivrisineği muhattap alıp bi oturup karşılıklı konuşmak lazım.



*: oc, Orange Country değildir. yine sivrisineğe yapılan bir ithamdır.

27 Şubat 2011 Pazar

basın açıklaması.

değerli basın mensubu arkadaşlarım,

bildiğiniz gibi; 3 yıldır yılmadan, usanmadan, vazgeçmeden, haftanın 5 günü günde 2 kez metrobüse biniyor olmam, bu denli büyük bir ''sabır'' örneği göstermem neticesinde hakkımda ''peygamber!!'' söylentileri çıktı.

böyle bi'şey tabii ki de yok. haşa. evet sabır eşiğim biraz yüksek olabilir belki ama yine de sıradan bir vatandaşım. böyle asılsız iddaalarla beni zan altında bırakıyorsunuz. 17-18 yaşında çocuklar beni sokakta gördüklerinde kalem falan saplıyolar. neymiş efendim ygs'ye gireceklermiş. baştan gülüp geçiyordum ama geçen gün 0.9 rotring'i yedikten sonra can güvenliğimin kalmadığını fark ettim. sizi bu tür konularda daha dikkatli olmaya davet ediyorum.

saygılarımla.

10 Ocak 2011 Pazartesi

finaller..

'' bağlanmayacaksın finallere öyle körü körüne,
   finallerden geçerim demeyeceksin,
   demeyeceksin işte.
   kalırsın çünkü.
   öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki,
   çok çalışmayacaksın mesela,
   hoca bırakırsa kırılırsın ve zaten genellikle hocalar hep bırakır..''


not: alıntıdır. (emeğe saygı)

alternatif teori.

insanoğlu; canlıların en gelişmişi, evrimin en üst basamağı, zincirin son halkası olmak bi yana dursun bu kadar kusuruyla, bu kadar defosuyla, bu denli arızasıyla yaradanın (günah yazmasın) bence ilk çalışması.. zaman içerisinde onu ekle, bunu çıkar, şunu sil yöntemiyle akarı kokarı olmayan, kusursuz canlı ''tek hücreli''ye ulaşmış..

böylesi daha mantıklı geldi şöööyle bi etrafıma bakınca..

three words.

facebook, twitter, tumblr, ekşisözlük, bobiler, zaytung, formspring vs. gibi sınav dönemlerinin parlayan yıldızlarının son üyesi ''threewords.me'' hepimize hayırlı olsun. ya da belki size zaten olmuştu, bilemiyorum, ben yeni yeni fark ediyorum.

ergen suistimallerini saymazsak, 3 kelimeyle şahsi betimlemeler yapılması üzerine kurulmuş bi site. keyifli olabileceğini düşünsem de şu aşamada kullanıcısı olmaya niyetim yok. 

siteyi kullanmaya niyetim yok ama yine de 3 kelimeyle neler anlatılabileceğini şööyle bi düşünüverdim. ve de aslında anlatılabilecek çok şey olduğunu fark ettim. bunu örneklemek adına da daha önce de değindiğim; dahi anlamındaki ''de''nin ayrı yazılmasının önemi ve buna özen gösterilmesinin gerekliliği konusunu (bkz. test yayını.) ''o'', ''da'' ve ''var'' kelimelerini kullanarak bir kez daha irdelemeye karar verdim.

dikkatle izliyoruz..

1. örnek:  ''o da var.''

2. örnek:  ''oda var.''

3. örnek:  ''o davar.''

bilmem anlatabildim mi..