28 Kasım 2010 Pazar

atar'i.

şaka maka, waka waka derken yaklaşık bi aydır buraya adam gibi bi'şeler yazamamışım. açıkçası bu durum beni şaşırttı. çünkü ben her boka söyleyebileceğim bi'şeyler var sanıyordum. msn'e ve facebook'a sığamayıp bi anda blog açmam, tumblr almam - ki onu da aldım ama kullanmıyorm, hikayesini en sona yazayım - twitter ortamına katılmam falan hep bu yüzden.

''madem 1 aydır yazamıyosun demek ki her boka da verecek bi cevabın yokmuş işte şapşik!''  tarzı sesli düşünümlerinizi duyar gibiyim. ama durum pek de öyle değil.

durum şu: ben aslında atarlarından beslenen, bi'şeylere kızdığı zaman güçlenen, hiçbir şeyi beğenmeyen ve her şeyi eleştirerek ayakta duran sefil psikopatın tekiyim!

yavaş! bu da çok ağır oldu birader! (evet, aynı zamanda kendi kendime de konuşuyorum)

yani söylemek istediğim şey şu; sadece bu blog geçmişime baktığımda bile yalnızca atarlandığım zaman  bir üretimde bulunabildiğimi fark ettim. şu an aklıma gelen mini devriye ve seat saver yazılarımda bile görünürde beğendiğimi ifade ederken temelinde ufak ufak isyan etmişim.

bu durum tespitini yaptıktan sonra, son 20-25 günlük yaşam dilimimi gözden geçirdim ve gördüm ki, pek de atarlanacak bi'şeyim olmamış. ya da olmuş da bünyemde gerekli etkiyi yapacak şiddette olmadığı için bir dışa vurumda bulunmamışım. bu nedenle de buralar boş kalmış. allahtan mekan benim de bi sorun olmamış.

aslında kasım başına denk gelen vizelere  teorik olarak atarlanmam gerekiyordu. hem de öyle böyle değil. sonuçta mühendislik öğrencisi olarak, bir hukuk öğrencisi kadar ezber yapıyorum. ilk sınavımızın ilk ''mantık/yorum'' sorusu, kuantum fiziğine katkıda bulunan bilim adamlarının isimleri ve ne şekilde katkı yaptıklarıydı. ama bunlara ''sahada'' cevap vermeyi istediğimden olacak ''atıp tutma'' işini burada değil sınav kağıdında yaptım.

sınavlar bittikten sonra da zaten bayram geldi. millet konya'dan kenya'ya bütün dünyayı gezip facebook'ta ilan ederken, ben zaten okula gitmek için o yolu teptiğimden, bayramda evimde oturmayı tercih ettim. hatta yetmedi bayramı da uzattım, geçen haftayı da evde rölantide geçirdim. böyle evde olmak, metrobüse binmemek, derse girmemek falan çok hoşuma gitti. öyle ki avcılar'a gitmediğim her günü de bundan sonrası için bayram ilan ettim. 

e hal böyle olunca da şuraya geliyoruz: evet benim her boka verecek bir cevabım var ama ortada cevap verecek bi bok yok.

ama panik yok. yarından itibaren erken kalkmaya, okula, metrobüse geri dönüyorum. bu da kalabalıktan ve kaostan en kısa zamanda sıkılacağım ve atarlanacak bol bol şey bulacağım anlamına geliyor. 

haaa, eğer gene yazacak bi'şey bulamazsam o zaman kapatır giderim efendi gibi.

saygılar.

mini öykü: tumblr'ı alma sebebim tamamen seat saver'daki parselleme içgüdüsü. ''memré'' adındaki fransız kişisi,  ''memre'' şeklinde blog ve twitter hesabı aldığı için benim isim bulma konusunda çok zorlanmama neden oldu. ben de çakalım ya, küçük hesapların adamıyım ya; yarın öbür gün tumblr da çok popüler olursa orayı da kaptırmayayım diye alıverdim hemen.

10 Kasım 2010 Çarşamba

çakal.

ayakkabısının bağını gevşek bağlayıp, her seferinde öyle giyip çıkartan adam mı

 - yoğusam-

toplu taşıma araçlarının duraklarında, kapının açılacağı hizayı bilip ayarlayabilen adam mı, daha çakaldır? bu tartışılabilir.

ancak her ikisini de günlük hayatta uygulayan ben, her türlü tam bir çakal olmuşum. dün fark ettim.

3 Kasım 2010 Çarşamba

terapist.

şu sıralar psikolojim gerçekten bozuk. tam bir psikopat olmak üzereyim.

zaten 2010'un son çeyreğine bozuk bir psikolojiyle girmiştim. bunun temel nedeni gelecek kaygılarıydı. okul bu sene kazasız bitebilecek mi? okul biterse ne halt yiyecez? işe mi girecez, yüksek mi yapacaz, askere mi gidecez? askere gidersek nereye düşecez? yüksek yaparsak ne üzerine yapacaz? vb. serbest çağırışım üzerine kurulu bir kaygı mekanizması ile kendi kendimi yıpratıp durmaktaydım.

bu geleceğe yönelik kaygıların yanı sıra mevcut olan günlük kaygılar da olumsuz psikolojiyi iyice tetiklemekteydi. dengesiz havalar, uykuyu tam alamama, sabah-akşam yaşanan metrobüs çilesi, istanbul nüfusunun tahminen 82 milyon oluşu vb. gibi..

tüm bu genel havanın üzerine vizelerin de gelişiyle şu an iyice mala bağlamış durumdayım.

sanırım bu psikolojik buhran dönemini atlatabilmek için birilerine ihtiyacım var. özel birilerine..yanımda olabilecek, naza çekebileceğim birilerine..

böyle sinirlendiğim, darlandığım, atarlandığım zamanlarda ''gel ulan buraya!!'' diyip polo yaka t-shirt'ünün iki yakasından tutup ağız-burun, kafa-göz girişebileceğim.. kafam bozulduğunda tekme-tokat dalabileceğim.. karşıma alıp ana-bacı sövebileceğim.. canım sıkıldığında amerikan güreşi hareketlerini uygulayabileceğim..

adrenalin bağımlısı gençlerin ''fight club'' eğlencesinden bahsetmiyorum. benim istediğim tek taraflı bir öfke terapisi. ben böyle bütün hıncımı çıkarırken o öylecene tepki vermeden, kuzu gibi duracak.

bu yöntemle müthiş bir huzur bulacağıma eminim. ayrıca bence herkesin böyle ''biri''si olsa, herkes mutlu olur, şeker gibi bi insan olur. sokaklar daha güzel olur, kentteki kaos yerini huzura bırakır. asık yüzler gülücük dolar.

bence asıl terapi budur, asıl terapist o'dur.

saygılar.