17 Eylül 2010 Cuma

beautiful day # 1

sıradan bir günün sabahında, hiç de sıradan olmayan bir şekilde telefonum çaldı. arayan numaranın, bizim operatörlerden birine ait olmadığı kolaylıkla anlaşılıyordu. başımı öne eğip, kaşlarımı kaldırıp bir müddet arayan numarayı inceledikten sonra telefona cevap verdim. arayan bono'ydu.

bono ile 2-2.5 yıl kadar önce, facebook üzerinden poker oynarken tanıştık. herkesin 1000 krediyle başladığı, sıfır kredisi kalanın elendiği masalardan birinde son ikiye kalmış, uzun bir süre yenişememiştik. karşılıklı hamlelerimizi takdir etmekle başlayan muhabbet kısa sürede ilerlemiş, sonuçta bugünlere kadar gelmiştik.

klasik hal-hatır soruları sorulmuş, ''hiç arayıp sormuyorsun yaaaa'' tripleri atılmış, muhabbet iyice koyulaşmıştı. laf lafı açtıktan, 10 dakikaya yakın havadan sudan konuşulduktan sonra söz dönüp dolaşıp istanbul'daki U2 konserine geldi. ''ulen istanbul'a geliyoruz, arayıp sormuyorsun görüşelim diye'' şeklinde gelen bir sitemin üzerine verdiğim '' asıl sen aramıyorsun kardeşim, istanbul'a geleceğinizi gazetelerden okuyoruz. ayıp değil mi lan?!'' cevabından sonra ortam biraz gerilse de, karşılıklı yapılan şakalarla atmosfer kısa sürede eski haline döndü.

bana istanbul'da uyması gereken programdan bahsettikten, müsait olduğunda bana haber vereceğine dair sözleştikten, her şeyi de telefonda konuşup bitirmeyelim dedikten sonra telefonu kapattık.

aradan bir kaç gün geçtikten sonra beklenen telefon geldi. camii ve boğaz köprüsü klişesini o'na da uygulamam gerektiğini düşündüğümden ortaköy sahilde buluşmak üzere sözleştik. yaklaşık 3/4 saat (45 dakika) sonra sözleştiğimiz gibi buluştuk. sahildeki kafelerden birine oturduk. türkler uçtuğu, herkes kendi dünyasında olduğu için bono'yu tanıyıp da bize bulaşan olmadı. bir arkadaş gelip ne istediğimizi sordu. bono'ya bakıp, '' sen türk kahvesi iç, ben de irish cream'li bi kahve içeyim, şeklimiz olsun ;) '' dedim. bu fikir onun da hoşuna gitti ve siparişimizi verdik. bir süre hasret giderdik, poker üzerine şakalar yaptık, klişe facebook videolarını birbirimize anlatıp güldük, eğlendik vs. kahvelerimiz de geldikten sonra, '' hazır bu kadar klişeyi bir arada yaşıyoruz, ister misin, soru cevap röportaj gibi takılalım biraz? sen röportaj vermekten sıkılmışsındır ama muhabbet olur? '' dedim. '' e haydi bakalım!'' dedi ve başladık.

memre: öncelikle Türkiye'ye hoşgeldiniz demek istiyorum.
bono: teşekkür ederim, hoşbulduk.
me: sizce biraz geç kalmadınız mı gelmek için?
bo: geç olsun, güç olmasın.(gülüyor)
me: ooo, hemen de kapmışsınız bakıyorum.
bo: (gülüyor)
me: Türkiye'yi ve türk halkını nasıl buldunuz?
bo: kesinlikle dışarıdan bilindiği gibi değil, öncelikle onu belirtmeliyim. biz avrupa'dan baktığımız zaman, bu taraflardaki adamları sakallı silahlı, kadınları da kara çarşaflı olarak görüyoruz. bu nedenle gelmeden önce çekincelerimiz vardı. her ne kadar seni bireysel olarak tanısam da senin ekstrem örnek olduğunu düşünüyordum. toplum genelinin öyle olduğunu görünce gerçekten şaşırdım. insanların da bu kadar içten ve iyi niyetli oluşu beni ayrıca şaşırttı. Türkiye geneli için ise bir şey söylemem doğru olmaz çünkü biz istanbul'a geldik ve istanbul'un da en güzel yerlerinde kalıyoruz, geziyoruz, yiyoruz. ancak belirtmeliyim ki istanbul tam bir dünya şehri. kıymetini bilmelisiniz.
me: merak etmeyin çünkü biz de buradan baktığımzda batı'yı genel olarak ahlaksız, seviyesiz, sürekli sevişen, günün genelinde alkol tüketen, bin bir türlü kötü alışkanlık sahibi tipler olarak görüyoruz. (gülüyorum)
bo: siz de haklısınız tabii. (biraz bozuluyor)
me: pekiii, bono'ya soruyoruz. neden müzik?
bo: (kahvenin üstüne bir şişe su istiyor, bense böyle yerlerde suyun büfelerdekinden daha pahalı satıldığını bildiğimden istemiyorum) siz de klişeleri pek seviyorsunuz anlaşılan. (gülüyor) şöyle cevap vereyim. müzik, insanın kendisini ifade etme şeklidir. kimisi resim çizer, kimisi fotoğraf çeker, kimisi yazı yazar. benzer örnekler verilebilir. ben de kendimi ifade etmek için müzikle uğraşmaya başladım ve bu yolda devam ettim.
me: eğer müzikle uğraşmasaydınız, ne yapmak isterdiniz?
bo: metalurji & malzeme mühendisliği olabilir. (gülüyor)
me: (gülüyorum)
bo: şaka bir yana böyle birşeyi hiç düşünmedim, düşüneceğimi de hiç sanmıyorum. çünkü ben müziksiz yapamam. müzik olmasaydı, ben de olmazdım.
me: Türkiye'deki genç müzisyenlere tavsiyelerde bulunmak ister misiniz?
bo: onlardan banane. ( =P yapıyor ve gülüyor). bence önemli olan kendilerini en doğru şekilde nasıl ifade edeceklerini keşfetmeleridir. bono abi'leri olarak onlara kapım her zaman açık.
me: hep genel konuştuk, kendi merak ettiğim birşeyi sormak istiyorum müsadenizle?
bo: tabi buyrun.
me: şimdi bu ''irish cream'' i siz sürekli tüketiyor musunuz, çayda kahvaltıda?
bo: len keko, onun adı ''turkish delight'' da, siz habire lokum mu yiyorsunuz? (gülüyor)
me: (ben gülmüyorum)
bo: n'oldu kızdın mı?
me: yoo, ne kızıcam ya..
bo: kızma yaa şaka yaptım.
me: tamam ya kızmadım işte.
bo: keko dedim diye kızdın değil mi, özür dilerim.
me: tamam yok birşey.
bo: tamam.
me: tamam.
bo: ...
me: o zaman bize vakit ayırdığınız için size çok teşekkür ediyoruz.
bo: asıl ben teşekkür ediyorum.

kahkahalar eşliğinde bu geyiği bitirdikten sonra deniz havasının bize yettiğine ve biraz da gezmek gerektiğine karar verdik. hesabı alman usülü ödedikten sonra mekandan ayrıldık...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder